Sanayileşme, büyük ve önemli olarak nitelendirebileceğimiz ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal açıdan yeni dönüşümler ve değişimler yaşanmasına aynı zamanda da yeni kavramların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Endüstriyel olarak ivme kazanan toplumlarda köyden kente ve kentte kente olan göçler birçok coğrafyayı istihdam anlamında ilgi odağı haline dönüştürmüş ve kentlerin nüfuslarında hızlı bir artış meydana gelmiştir. Popülasyonu artan toplumlarda yeni kentler kurulmuş ya da eski dönemlerde yalnızca başkent olan ve stratejik öneme sahip olan kentlerde gelişmeler yaşanmıştır. 

Önlenemeyen bu artış kentlerde mimari, şehircilik planlaması ve kültürel açıdan yeni sorunların oluşmasına sebebiyet vermiştir. Oluşan kültürel sorunların başında ise “Kent” kavramı ve kent kavramına paralel olarak “kent kültürü” ve “kentlilik bilinci” durumları açık bir şekilde yer almaktadır.



Bu bağlamda kent kavramını; belirli bir coğrafik alanda yaşayan insanların endüstri, teknoloji, sanayi ve hizmet alanlarında faaliyet göstermesi, tarımsal üretimin ve alanların dar olduğu, devlet kurumlarının yönetimsel ağının geniş ve yaygın olduğu alanlar şeklinde tanımlayabiliriz. Ancak kent kavramı farklı bilim ve çalışma alanlarınca farklı şekillerde tanımlanarak yorumlanmış ve kente bakış açıları ise bu doğrultuda çeşitlenmiştir. Sosyoloji, kent içerisinde yaşayan bireyin toplum içerisindeki davranışlarına, Arkeoloji ve Tarih; kentin geçmişine, Antropoloji, kentin kültürüne, İktisat, kentteki ekonomik yapılara, Mimari, kentin yapısal biçimine ilişkin kenti tanımlamaktadır. 



Kent yaşamının genişlemesi ve ülkelerde yoğunlaşması yeni bir kültürel öğe olan kentleşme ve kent kültürü kavramını ortaya çıkartmıştır. Belirli bir coğrafya üzerinde yaşayan halkların ortak bir payda altında toplanarak, farklı algı, yapı, değerlerin oluşturulmasıdır. Örneğin; Ankara’da belediye otobüs durağında insanların sıraya girmeleridir. Bu uygulama idari yetkililer tarafından değil bizzat Ankara’da yaşayan halk tarafından oluşturulmuş, kültür ve kültür uzantısı olan bir norm haline gelmiştir. Şehre nereden gelirseniz gelin kentin bu kültürünü uygulamanız gerekmektedir. 

Her kentin her ne kadar kendi içerisinde bazı kültürel farklılıkları olmuş olsa da temelde “kent kültürü” yapısı kentlerin tamamında açıkça görülmektedir. Ancak kent kültürünün kurulması ve yaşatılması kentlilik bilinci ile olmaktadır. Bir başka ifade ile kentlilik bilinci olmadan kent kültürü oluşturulamaz. Kentlilik bilinci olmayan bireylerin fazlalığı kent kültürü kurulmasına ya da temel kentlilik kültürü norm ve değerlerinin yaşanmasının önüne geçmektedir.

  

Hz. Mevlana’nın “testide ne varsa dışarısına o sızar” sözü kentte yaşayan insanların kendi kültürlerine ait yaşatmak istedikleri bazı kültürel alışkanlıkların toplu halde sağlıklı yaşanılmasının önünde büyük bir engeldir. Kişilerin kendi yörelerine ait bazı geleneklerini kent yaşantısına taşımaları hem kent kültürünün oluşmasına hem de kentlilik bilincinin yaşanmasına mani olmaktadır. Örneğin; ülkemizin birçok alanında görülen ve düğünlerin eğlencelerinden biri olan “tavuk alma” geleneği. Köy hayatında bu geleneğin yaşatılmasında hiçbir engel yoktur fakat adetin kent hayatına taşınması kentlilik bilincine ve kentli olmaya aykırıdır. Zira kent, farklı kültürden insanların bir arada yaşadıkları yerdir. Kontrolsüz artan nüfuslar ve kent kültürünü bilmeyen ve tanıma noktasında diretenler ya da yanlış yorumlayan bireylerin olması kent kültürünün ve kentlilik bilincinin kitleler halinde yaşanmamasına neden olmaktadır. 

Kentli olabilmek; kent yaşamının getirdiği “toplu yaşam” ilkelerini benimseyip uygulanması ile olabilecek bir durumdur. Kentli insan; kentin tarihine sahip çıkan, kentte yaşanılan sorunlara karşı duyarlı olabilen, kentin ekonomik ve sosyolojik açıdan kalkınabilmesi için mücadele eden, devlet idaresince ya da belediyelerce yürürlüğe konulan her türlü kuralı uygulayan, kentin içerisinde bulunan kamu kurum ve kuruluşlarını (hastane gibi) meşgul etmeyen insandır. Kentli olabilmek bunu gerektirir, ki zaten kentli olabilen bireylerde kentlilik bilinci gelişmiştir. Eğer ki kentli bir bireyin yapması gerekenler yapılmıyorsa o kişi ancak “kentte yaşayan” bireydir. Halbuki olması gereken kentli olabilmektir. Yüksek katlı, güvenlikli, havuzlu sitelerde oturmak ya da lüks araçlara sahip olmak kentli olmak anlamına gelmez. Kentli olmak, bireysel çıkarların ve isteklerinin yerine toplumsal menfaatlerin ön planda olması ile mümkündür. 



Sonuç olarak; farklı diyarlardan da gelsek farklı kültürel değerlere sahipte olsak yaşadığımız şehir, bizim şehrimiz. Şehrimizin ekonomik ve toplumsal bakımdan kalkınması kentli olabilmek ve kentlilik bilinci ile kentimizde yaşamamız esastır. Kentli olan birey olmak, “medeni” bir kent kültürü oluşturulmasını ve yaşatmasını sağlamaktadır. 

- - - -

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
<